‘Yeniden Yaratılmanın Coşkusuyla' (Onur Behramoğlu ile Söyleşi: Kadir İNCESU)

Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram'ın  bir döneme tanıklık eden mektupları genç kuşak şairlerimizden Onur Behramoğlu tarafından kitaplaştırıldı. Yeğen Onur Behramoğlu öyle bir çalışmaya ve önsöze imza ettı ki amca Ataol Behramoğlu “Bu sabah eşsiz güzellikteki önsözünü bir kez daha okuyup ağladım” demekten kendini alıkoyamadı.

Geçtiğimiz günlerde 50. sanat yılını kutladığımız Ataol Behramoğlu ile kardeşi Nihat Behram'ın 1967 ile 1983 yılları arasındaki mektuplaşmaları Onur Behramoğlu tarafından kitaplaştırıldı. Tekin Yayınları tarafından yayımlanan kitap, yalnızca iki kardeşin değil 16 yıllık bir dönemin de kültürel ve siyasal açıdan görüntüsünü ortaya koyuyor.
Onur Behramoğlu ile "Yeniden Yaratılmanın Coşkusuyla - Mektuplar (1967-1983)" üzerine konuştuk.

Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram’ın mektuplarını alıp çalışma masanıza oturduğunuzda neler düşünüyordunuz?

İki  şair  amcamın  gençlik  halleriyle tanışıp  İstanbul’dan-Paris’ten-Moskova’dan-hapishaneden  yazdıkları  mektuplarda  ağabey-kardeş  ilişkilerine tanıklık edecek olmak, babamın da satır aralarında dolaşıyor olabileceği düşüncesi heyecanlandırıyor; edebiyat tarihimize kalacağını bildiğim bir yapıtı yayına hazırlama sorumluluğu gururlandırıyordu beni. Mektupları okurken sıkça yerimden kalkıp yürüdüğümü, kimi yerleri yüksek sesle tekrarlayarak duymak istediğimi, hepsini defalarca okuyup her birine dair sayfalarca notlar aldığımı şimdi biliyorum. Masama oturduğumdaysa, bunların sezgisiyle doluydum sadece, büyük bir yolculuğa çıkma öncesinin aşka benzeyen yürek çarpıntılarıyla.

"BİLDİKLERİMİ  OKUMAK  DA  SARSTI  BENİ"

Mektupları okuduktan sonra düşüncelerinizde değişiklikler oldu mu?

Bilmediklerim  değil  sadece,  bildiklerimi  okumak  da  sarstı  beni. Nihat Behram’ın, elektrik işkencesi gördükten sonra yazdıkları, örneğin. Şiirlerinde soluk alıp vermeye devam eden sincabı öldüğünde ona veda edişi… Fransa’da son derece zorlu koşullarda yaşamaya çalışırken 1. Dünya Savaşı ve Mustafa Suphi üzerine okuyup  düşünen,  Pablo Neruda  ile  görüşen,  ‘Halkın  Dostları’  dergisine  şiirler-yazılar-çeviriler gönderen, dostlarına okumaları için kitaplar postalayan, kardeşine “Hapse girersen yabancı dil öğren” diyen Ataol Behramoğlu’nun şair ve düşünce adamı  olarak kendini inşa ediş sürecinde; 30’lu, 40’lı yaşlarındaki kaygıları, duyguları, duyarlıkları, öğrenme tutkusunda kendimi buluşum...

Siz de aileden olduğunuz için bilirsiniz mutlaka. Soyadı meselesini anlatır mısınız?

Ataol Behramoğlu çok genç yaşta tanınan bir şair olunca, kardeşi Nihat’ın özerkliğini ilan edişidir soyadını Behram olarak yazışı, Harold Bloom’un ‘Etkilenme Endişesi’ olarak bir kitap boyunca tanımladığı duygunun dışavurumudur. ‘Tam bağımsızlık’ değil ‘özerklik’ diyorum zira sanatta tam bağımsızlık yoktur, herkes birbirinden etkilenir, beslenir. Güzel, doğal ve sahici olan da budur. Kardeş olduklarını bilmeyenlere rastladıkça hayret etmeye devam ediyorum hâlâ, böylesi bir cehalet de ancak bizimki gibi toplumlara mahsustur.

"DİRENENLER, MÜCADELEDEN YILMAYANLAR, PES ETMEYENLER DAİMA KAZANIR"
 
Sonrasında nasıl bir çalışma şekli belirlediniz?

Mektup türünün nitelikli örneklerini okudum önce. Kitap için çalışmanın ayrılmaz parçası saydım, türün yetkin örneklerini okumayı. Elimdeki mektupları Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram mektupları olarak ayırdım, kendi içlerinde tarih sırasına dizdim, tarihi belli olmayanları –hangi iki mektup arasında yazıldıklarını tüm mektupları okuduktan sonra belirlemek üzere- önüme serdim ve sırayla okumaya başladım. Okuduğum her mektuba ilişkin birkaç sayfa not alıp sorular hazırladım, olası dipnotlar için gerekli olabileceğini düşündüğüm dergi ve kitapları temin etme sürecine girdim. Eşzamanlı olarak, mektuplarda sıkça değinilen ‘Halkın Dostları’ ve ‘Militan’ dergilerinin tüm sayılarını baştan sona okudum. (Kitaba doğrudan katkı sağlamasa bile, böyle bir kitabı hazırlarken yapılması gereken çalışma olduğuna inandığım için yaptım bunu, kimseye değilse de kendime yararı olacağını bildiğim için.) Tamamını okuduktan sonra hepsini bilgisayarda yazma işine koyuldum. Hamallık gibi görülebilecek bu kısım çok yorucu olmakla birlikte, yazarken dikkat edilenlerle okurken dikkat edilenler bambaşka olabildiğinden, böyle bir emeğin karşılığını aldığımı da söylemeliyim. Mektupları yazarken, bir yandan da amcalarıma göndererek, sorularımı sormaya başladım. Her bir mektuba dair onlardan da uzun yanıtlar geldikçe, bazı mektuplara ilişkin yazışmalarımız uzadıkça işler iyice zorlaşmaya başladı; hatta bir ara, uzunca bir süre çalışmaya ara verecek denli yoruldum. Direnenler, mücadeleden yılmayanlar, pes etmeyenler daima kazanır. Öyle de oldu. Her bir mektubu sorulu-cevaplı yerli yerine koyduğuma inandıktan sonra, dipnotların ve kitabın sonunda yer alacak eklerin belirlenmesine çalıştım. Kitabı yayınevine teslim etmek üzereyken de önsözü yazdım.

"ASLOLAN GERÇEĞE SADAKATTİR"

Sansürlediğiniz mektup oldu mu?

Hayır, hiçbir mektubun hiçbir yeri sansürlenmediği gibi, örneğin Nihat Behram’ın kendine has imlası, son derece özgün, ele avuca sığmaz üslubu da birebir aktarıldı. Bugün hayatta olan kimileri hakkında kırıcı sayılabilecek sözler de söylenmiştir, şimdi okuduklarında iki kardeşin de gülümseyerek “Hay Allah, öyle mi düşünüyor muşuz o günlerde?” diyecekleri hususlar da vardır. Aslolan gerçeğe sadakattir.

Edebiyatımızın iki önemli isminin mektuplaşmalarını edebiyat tarihimiz, siyasal ve kültürel yaşamımız açısından değerlendirir misiniz?

Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram’ın yer almadıkları bir Türk Şiiri Antolojisi düşünülemeyeceğine göre, böylesine değerli iki şairin birbirlerine yazdıkları mektupların edebiyat tarihimizdeki yeri bellidir. Bu denli geniş kitlelere ulaşabilmiş iki şair kardeş örneğine pek rastlanmayacağı için, dünya ölçeğinde kıymetli bir belge sayıyorum kitabı. Türkiye’nin siyasal meselelerine ilişkin devrimci tavır almış, hapisten sürgüne nice bedeller ödemiş iki şair kardeşin mektuplarını okurken 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinin öncesi ve sonrasını da görecek olmak, bütün bu süreçlerde iki şairin neler düşündüğüne, neler yaptığına tanıklık etmek, belleğe kazınacak bir hayat bilgisidir.
Bu çalışmayı aile dışından birisi yapsaydı, ortaya farklı bir çalışma çıkar mıydı?
Mektuplar kitaplaşana dek mahremiyetlerine özen göstererek aile içinden ya da dışarıdan kimseyle paylaşmadım. Bendeki duygusu, bendeki karşılığı, onurlu bir mirasa sahip çıkma, o mirasa layık olma duygusuydu. Aile dışından birisinin, iki şairi ne denli severse sevsin, böyle bir duygu yoğunluğu yaşayabileceğini sanmıyorum. Ayrıca, sorulacak soruları, dipnotları, ince ayrıntıları belirleme sürecinde, amca-yeğen teklifsizliğiyle yazışmanın sıcaklığı da çalışmanın ruhuna dahildir diye düşünüyorum.

Dönemin en etkin dergilerinden olan Halkın Dostları'nın da hangi şartlarda yayınladığını görüyoruz. Halkın Dostları üzerine neler söylemek istersiniz?

Türkiye’de süreklilik içerisinde, taş üstüne taş koyarak değil de geçmişi bilmeden, bildiğimiz kadarını da önemsemeyip zamanla büsbütün unutarak yol alıyoruz, buna yol almak denilebilirse. Halkın Dostları ve ardından Militan’ın tüm sayıları, hiç değilse okuyan-düşünen-merak eden insanlarımızın arşivinde bulunsaydı, dergiciliğimiz başka boyutlarda olur, düşünce ufkumuz  bugünkünden ötelere taşınır, her dergi Amerika’yı yeniden keşfetmek zorunda kalmazdı. Mart 1970 tarihli ilk sayısında “Gerici Sanata Hücum” başlığıyla yola koyulan bir dergide Ataol Behramoğlu, İsmet Özel, Nihat Behram, Bekir Yıldız, Murat Belge neler yazmış, keşke merak etseydi insanlarımız… Nedim Gürsel’den Eluard çevirisi, Leylâ Erbil’den zehir zemberek bir açıklama, Kürt şiirinden çeviriler yapan bir Ataol Behramoğlu ile de karşılaşacaklar; merkezin ‘Varlık’ gibi dergileri darbe karşısında esas duruşa geçerken yiğitçe haykıran devrimci kültür-sanat dergisi nasıl olur, göreceklerdi.

Mektuplar kadar önsöz de çok dikkat çekici... Her iki şairi de tam anlamıyla özümsemiş ve içselleştirmiş bir şairin duyarlığıyla yazılmış. Mektuplardaki duygu yoğunluğu kadar önsözün de sizi duygusal anlamda zorladığını düşünüyorum.

Önsözü, bir gecede, orada andığım müzikleri dinleyerek, çok duygulanarak, şiir yazarken hissettiğime benzer bir hal içerisinde yazdım. O halin oluşmasını bekledim, şiiri bekler gibi. Yazıp amcalarıma gönderdim. Unutamayacağım güzellikte mektuplar aldım onlardan, unutulmaz güzellikte sözler duydum. Günler sonrasında, beklemediğim bir anda, sabahın erken saatlerinde, Ataol Behramoğlu, “Bu sabah eşsiz güzellikteki önsözünü bir kez daha okuyup ağladım” yazdığında, ben de ilk kez ağladım. Şairler biraz böyle işte…

Sizin Ataol ve Nihat amcalarınıza ortak bir mektup yazmanızı istesem...

Onlara şiir yazmak isterim. ‘Dövüşe Dövüşe Yürünecek’ bu yolda ‘Bir Gün Mutlaka’ yazacağım. Ataol Behramoğlu’nun benzersiz kahkahasını, derin derin düşünen yakışıklı yüzünde somutlaşan yoğun anlamı, hayatın her zerresini kucaklayıp hücrelerinde duyarken kendini mükemmelleştirmek için durmaksızın çalışma kararlılığını; Nihat Behram’ın sözcükleri art arda sıralayıp araya muziplikler katarak tüm ruhuyla, gövdesiyle, canıyla koşaradım anlatıp yaşayışını, ulaştığı her noktaya elektrik yükleyen devrimci heyecanını, doğayla bütünleşmiş çocuk kalbini oğluma ve dünyanın tüm iyi insanlarına anlatabileceğim bir şiir…

YENİDEN YARATILMANIN COŞKUSUYLA- MEKTUPLAR (1967-1983), Haz.: Onur Behramoğlu, Tekin Yayınları, 2015.

0 yorum:

Yorum Gönder