Çağcıl Bilimin Doğuşunun Öyküsü (Cem KAYALIGİL)

Bilimsel düşüncenin tarih içindeki seyrinin çoğunlukla bir gelişme içerdiği kabul edilir. Bu kanı, insanın doğa hakkındaki bilgisinin antik Mısır veya Yunan uygarlıklarından bugüne artmış olduğu gerçeğine yaslanır. Bununla birlikte bundaki doğruluk payının saptanması, bilim tarihçisinin çalışmasında olsa olsa bir başlangıçtır. Bu tarihçinin asıl işi, doğaya dair bilgideki artışın hangi yolu kat ettiğini yorumlamaktır. Bu noktada yaygın görüş; bilim ile teknoloji arasında çift yönlü bir alışverişin olduğu, birindeki ilerlemenin bir zaman sonra ötekinde de gelişme sağladığı olabilir. Ancak başka birçok yaygın görüş gibi bu da, tamamen yanlış değilse bile olgulara zayıf bir ışık tutar. Koyré'nin bu kitapta biraraya getirilen makalelerindeki temel fikir; işte bu yaygın görüşün bilimin seyrini açıklamakta yetersiz kaldığı, yer yer de düpedüz yanlış yorumlara kapı araladığı.

Bu derlemede özellikle, Koyré'nin bilimin ortaçağdan yeniçağa geçişte nasıl bir dönüşüm geçirmiş olduğu sorusunu merkeze alan makalelerine yer verilmiş. Koyré'ye göre buradaki dönüşümde, örneğin Avustralyalı bilim tarihçisi A. C. Crombie'nin öne sürdüğü türden bir süreklilik yoktur. Crombie bilimin 17. yy.'da yaptığı atılımın köklerini; teorinin deney ile doğrulanması-yanlışlanması temelinde şekillenen “bilimsel yöntemin” doğduğuna inandığı ortaçağda bulur (13. yy.'da; Grosseteste ve R. Bacon'da). Koyré ise ortaçağın deneysel yöntem tartışmalarının, çağcıl anlamıyla “bilimsel” bir içerik taşımadığını düşünür. Ona göre çağcıl bilimin göbek bağı asıl, Aristoteles metafiziği bırakılınca kesilmiştir. Pratik alanda (gerek bilim ve deney pratiğinde gerekse teknikte ve teknolojide) görülebilecek süreklilikler aldatıcıdır; bilim tarihindeki kritik dönüşüm, teori-pratik bağdaşıklığı zemininde olmamıştır. Şöyle diyor: “Doğrusu kılgın [pratik] ilgi deneysel bilimin... gelişmesinin gerekli ve yeterli koşulu olsaydı, bu bilim Robert Grosseteste'den -en az- bin yıl önce Roma İmparatorluğunun, daha olmazsa Roma Cumhuriyetinin mühendislerince yaratılırdı” (“Çağcıl Bilimin Kaynakları”). Zira Koyré'ye göre pratiğin alanında, doğa karşısında yaklaşık tutum alınarak yetinilebilir. Burada duyuların ortaya koyduğu gerçeklikle bir uzlaşıya gidilebilir, doğaya egemen olunabilir, hatta matematik de bunun yardımına koşulabilir; iş ki iş görsün. Oysa çağcıl bilim bunu yapmaz, görünenin ötesindeki bir kesinliği dert edinir. Bu yüzden çağcıl bilim için matematik doğaya yaklaşmanın aracı değildir; o, doğanın kesinliğinin dilidir. Yeniçağın bilimini ayrı kılan, Galileo veya Newton'un deneyleri değildir; bu deneylerin, Platoncu anlamıyla ideaların yansıması olarak görülebilmesidir. Eş deyişle, doğadaki kesinliğe ülküsellik atfedilmesine olanak tanıyan Platoncu metafiziğin benimsenmesidir.

Öyleyse burada sözü edilecek olan, düşünsel ve sosyal bir dönüşümdür.  Bilimsel gelişme, pratik dünyanın soru ve dertlerinden sıyrılarak hakikati aramaya zaman ayırabilecek lükse sahip bireylerin bulunduğu ve de onaylandığı toplumlara gerek duyar. Koyré, “Bilim Tarihine Yaklaşımlar” makalesinde çarpıcı biçimde bunun çok seyrek gerçekleşmiş olduğunu söylüyor: “ancak iki kez” (antik Yunan ve yeniçağ Avrupasını kast ediyor). Büyük bilimsel dönüşümler tarihte, özgünlükleri taklit edilemez parlamalara karşılık gelirler; bu yüzden bütünlüklü olarak açıklanmaları da imkansızdır. Ama o halde bilim tarihine ne gerek vardır, veya bu tarih neyi anlatır? Koyré için cevap, dönüşüm zamanlarında değil dönüşüm yolundaki başarısız girişimlerden öğreneceklerimizde saklıdır: “İnsanlık hep yaşayan, hep öğrenen tek bir insan ise, onu incelerken kendi tarihimizle, dahası, kendi düşünsel yaşamöykümüzle uğraşıyoruz demektir. [Bilim tarihinin] Böylesine sürükleyici, böylesine öğretici olması da bundan ötürüdür; bilimsel düşünce insan aklını bize en yüce yanlarıyla, kendisine hep uzak kalan bir amacı hiç durmadan, hep yetersiz, hep yinelenen arayışı içerisinde, hakikati arayışı içerisinde gösterir.”

Buradaki yazılar, Koyré'nin ölümünden (1964) sonra Fransız yayıncı Gallimard'ın yaptığı daha büyük bir derlemeden yapılan bir seçki. Türkçe kitabın oluşturulmasında tematik bütünlüğün gözetildiği anlaşılıyor. Çevirmen Kurtuluş Dinçer kitabın kısa tanıtım yazısında Koyré'nin “en karmaşık konuları bile yalın, kolay anlaşılır bir üslupla ele aldığı” yorumunda bulunuyor. Bu yoruma katılmakla birlikte kitaptaki kimi yazıları hakkını vererek anlamak için temel bir felsefe bilgisinin zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Belki altı çizilmesi gereken bir şey de bunun kesinlikle bilim tarihini öğretme amaçlı bir kitap olmadığı. Koyré'yi okumamız için esas gerekçemiz; onun bilim tarihine dair özgün ve etkili yorumunu görmek olmalı: Bu yorumun bizi taşıyacağı tartışmaların felsefe düzleminde yapıldığını bilerek ve önemseyerek.

Bilim Tarihi Yazıları 1'in yarım kalmış bir çeviri projesinin parçası olduğunu da vurgulayalım. Dinçer'in, Gallimard derlemesindeki öteki yazıları ikinci bir ciltte toplama niyetini henüz (hâlâ) gerçekleştiremediğini anlıyoruz. Tahminimiz, bunda, projenin yayıncı ayağının—deyim yerindeyse—sahipsiz bırakılmış olmasının rol oynadığı. Elimizdeki 2000 tarihli ve TÜBİTAK amblemli baskının, çevirmenin elden geçirip onay verdiği son versiyon olduğunu biliyoruz. İşin okuru yanıltıcı ve canımızı sıkıcı yanı şu: Kitabın şimdi çok daha rahat erişilir olan Yeniçağ Biliminin Doğuşu adlı bir 2010 baskısı da var (e-kitap olarak da satılıyor). Ancak bunun yayıncısı, aslında, derlemeyi TÜBİTAK’tan önce yayınlamış olan yayınevi; kullandığı versiyon ise kitabın çevirmence elden geçirilmemiş olan eski baskısı. Türkiye yayıncılığında sık karşılaştığımız bu başıboşluğun karşısında okura önerimiz tabii ki, TÜBİTAK’ın bastığı Bilim Tarihi Yazıları 1'i bulup edinmeleri olacak. Esas dileğimiz ise, bu kitabın örneklediği ve popüler bilim yayıncılığında artık TÜBİTAK’ın kendisinin de erişemediği kaliteye bir gün yeniden kavuşabilmek.

BİLİM TARİHİ YAZILARI 1, Alexandre Koyré, Çev. Kurtuluş Dinçer, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 2000.


0 yorum:

Yorum Gönder